Cafe Slavia'da içilen bir kahvenin kırk yıl hatırı olmaz mı? Hele sabahları, hele baharda :)


Prag'daki son günümüz. Öğleden sonra dönüş için otelden ayrılacağız. Sabah programımızda Cafe Slavia var. Nazım Hikmet'in 1956 yılının sonlarından 1958e kadar yaşadığı  Prag'da gidip vakit geçirdiği, arkadaşlarıyla buluştuğu ve şiirlerini yazdığı yer burası. Şehrin huzur veren güzelliğini yaşayarak, tertemiz havayı içimize çekerek, Vlatava Nehri boyunca çok keyifli bir sabah yürüyüşü yapıyoruz. Cafe Slavia'ya tiyatro binasının tarafından değil Smetanova Caddesinden ulaşmış oluyoruz böylece...


Hasretlik canıma yetti
Pes!
Beni İstanbul'a götürsün 1 saatlik..
Kapıyı çalıyorum
Kapı açılmaz açılmaz..
Neden?

İstediğim iş olmaz mı Mefistofoles?
Yoksa bu lime lime ruhum satın almaya değmez mi?
Prag'da ay doğuyor limon sarısı
Faust'un evi önünde duruyorum
Çalıyorum açılmaz kapıyı gece yarısı...


Nazım Hikmet'in beni çok etkilemiş şiirlerinden birisi bu. Hasretlik o kadar canına yeter ki, ruhunu şeytana satmayı onunla bir anlaşma yapmayı o da göze alarak gidip kapısını çalar ve açılmayan kapının önünde bekler...  Ah memleketini bu kadar çok severken ondan uzakta yaşamak zorunda bırakılanlar....  
















Slavya kahvesinde dostum Tavfer'le
Vılatava Suyuna karşı oturup 
Tatlı tatlı yarenliği severim
Hele sabahları hele baharda

Hele sabahları hele baharda
Konuşurken dalar dalar gideriz.
Bir yitirir bir buluruz birbirimizi
Hele sabahları hele baharda
Nazım Hikmet 








Geldiğimiz istikametten Kavarna Slavia'nın görüntüsü. 1881 yılından beri orada. Hemen karşısında Ulusal Tiyatro binası var. 


Ah ama biz ilk gün buraya gelmiş olsaydık , her gün hiç olmazsa bir kahve içmeye uğrardık... :)
Hiç olmadı böyle ama yaa :)  


                  Sabah ortalık tenha... Ben pastalarımızı seçmeye gidip geri dönerken bu fotoğrafı çekiyorum. Tuğrul pencerelerden birinin önüne oturmuş dışarıyı seyrediyor. Tam karşısındaki duvarda Viktor Oliva'nın 1901 yılında yaptığı muhteşem eseri "Absinth Drinker" tablosu asılı.


Tuğrul özellikle not düşmemi istedi . Burada içtiği sıcak çikolatanın ömründe içtiği açık ara en güzel sıcak çikolata olduğunu söylüyor. Louvre müzesinin içindeki Anjelina cafe'yi hatırlatıyorum. Harikaydı o da ama bu bambaşka diyor.









Cafe Slavia'dan çıkıyoruz ve Prag bize sürpriz üstüne sürpriz yapıyor. Hemen iki adım ötede harika bir kitapçı buluyoruz. Çok az vaktimiz kalmış ama giriyoruz içeriye. Takvimler, defterler, kartpostallar,kalemler, haritalar, muhteşem çocuk kitapları :)








Biz Prag'dayken Fidel Castro'nun ölüm haberini aldık. İçimiz cız etti.. Kitapçıdan sonra bir kiosktan Çek gazetelerinden Castro'nun bir fotoğrafını kapağına basmış olan bir gazete alıyor Tuğrul. Hangi ülkeye gitsek oradan mutlaka bir gazete alıyoruz:)


 Onları görür görmez telefonumu çıkartmama bozulmuş, "Para at paraaaa!" diyor :) 
Bi sabır bir sabır, emeğe tabii ki saygım var :)



Otelden çıkıyoruz ve dönüp bir kez daha bakıyoruz arkamıza...


Prag'la tanışmak  çok güzel oldu bizim için.. Belki de tam gevşeyecektik ki tatil bitti :)  Neyi nasıl yaşadığımızın bizim yarattığımız enerjiyle çok yakından ilgisi olduğuna inanıyorum.
Prag tatilimizi anlattığım yazımın başında,
"Bu sefer ne diğer gezilerimizdeki kadar "serseri" olabildik, ne de "ipleri eline almış" şekilde davranabildik. Bunda kısmen bizim ruh halimiz kısmen de Prag'ın buna çok müsade etmeyen ritmi rol oynadı." demiştim. 

Düzeltiyorum. Prag bizi de herkesi karşıladığı kadar sıcak karşıladı. Biz her ne kadar niyetimiz öyle de olsa kendimizi akışa tamamen bırakmayacak kadar tedirgin hissettiğimiz bir ruh halinden sıyrılamıyorduk sadece. 
Bir başka ülkeye ve masal gibi bir atmosfere de gitsek, hayatımızı çevreleyen şeylerin ve içinde olduğumuz dönemin dışına çıkıp bir soluk almak pek kolay değil...Pastayı dilimlere ayırmak ve birbirine bulaşmamasını sağlamak her zaman mümkün ama bir de pastanın bütünü var.. Özellikle yurt dışına yapılan tatillerde insan hayatına iyice yukarıdan bakabiliyor. Kendinizden hoşnut olmanız, bu noktada tek başına, her türlü iyi hissetmeniz için yeterli olamıyor. Yine de iyiye inanıyoruz. Ve iyiye inancımız en çok kendimizden hoşnut olduğumuz için belki de... 

"Şair memleketten uzak 
Hasretten delik deşik 
  Eski kentte duruyordu "

Bavullarımızı çekerek Nazım Hikmet'in yine Prag'da yazdığı bu şiirinde bahsettiği eski kente doğru yürürken, bugün bizim de hasret olduğumuz, özlemini çektiğimiz bütün güzelliklerin aslında "Uyuyan Güzel" masalında olduğu gibi yerli yerinde durduğunu ve bir gün mutlaka bir öpücükle, bir dokunuşla yeniden hepsinin canlanıp kaldığı yerden devam edeceğini düşünüyorum....
O zamana kadar iyiliğe inanmaya devam :) 
  




Yorumlar

  1. Büyülü bir şehir değil mi Nilgün? Beni de yine o günlere götürdün.Tüm Prag postlarını okudum. Ne kadar da güzel bir zamanda gitmişsiniz.

    YanıtlaSil
  2. Kesinlikle haklısın Patrizia, büyülü :) Bir masalın içinde olmak gibi keyifli.. Ne mutlu güzel bir şeyleri hatırlattıysam :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder