Bugün günlerden, Hoş gördüüüük :)))
Hoş gördüüük :)))))
Öncelikle, bütün
diğer gezilerimizi anlattığım yazılarda da belirttiğim gibi , Prag seyahatimizi
anlatacağım bu yazı da aslında bir gezi rehberi niteliği asla taşımıyor J
Harika bloglar ve
kitaplar var bunun için. Ben de çok çok okudum gitmeden önce. Hatta sanıyorum
yurtdışına yaptığımız bu seyahatler arasında en çok Prag hakkında okudum..
Sonra hepsini kaldırdım bir kenara koydum. Niyetimiz yine aynıydı..Kendimizi akışa bırakmak...Ama bu sefer sanıyorum kendi
hayatımızın bu dönemki yoğun ritminden olsa gerek çok da kendimizi akışa
bırakamadık. Bu anlamda , bugün rahatlıkla “Evet Prag sırf bu yüzden bile olsa
yeniden gelmeyi hak eder..” diyebiliyorum. Bütün yazıları kaldırıp bir kenara
koyduğumda aklımda iki “Dikkat!” noktası kalmıştı. Bir tanesi, “Döviz
bozdururken çok dikkat edin” ( Prag hakkında yazmış bir Türk’ün bundan
bahsetmediği tek bir şey okumadım desem yalan olmaz ) İkincisi “Taksiler
taksimetre bile açsa güvenmeyin. Sizi kazıklamanın bir yolunu bulacaklardır.”
Her ne kadar taksiye zaten gittiğimiz şehirlerde sadece havaalanına ulaşım için (o da çok nadirdir) ihtiyaç duymuş
olsak da bu da aklımda yer edecek kadar sıklıkla üzerinde durulan bir konuydu.
Prag’da merkeze
gitmek için havalanından 119 no’lu otobüse binip , Nadrazi Veleslavin metro
durağında indik. Oradan da metro ile bir kaç durak sonra Mustek’de indik.
Toplamda havalanından Old Town’a varmak yaklaşık yarım saat kadar sürdü.
Otelimiz buralarda bir yerde biliyoruz
ama Noel Pazarı'nın tam ortasında bulmuşuz kendimizi acele etmeye ne gerek var?
:)
Tezgahların arasında yavaş yavaş yürüyoruz.. Havayı dolduran nefis
tatlı baharat kokusunu içimize çekiyoruz.
Bir çocuğun devasa bir lunaparkta hissedeceği ne kadar
duygu varsa hissediyorum o anda J
Tezgahlardan birinden sıcak şarap alıp, meydanı dolduran insanları , dev çam ağacını ve Tyn
Kilisesi’nin kulelerini izleyerek içmeye karar veriyoruz.
Bir kaç saat önce İstanbul’daydık. Şimdi bir masalın içindeyiz.
Üstelik bu günü saymazsak önümüzde daha üç gün var. Ayak üstü konuşup hemen karar veriyoruz. Prag gezisini bu şehrin bütün turistik yerlerini, müzelerini, meydanlarını görecek şekilde değil o an önümüze neresi çıkarsa orayı gezerek yaşamaya çalışacağız.
(Ama dediğim gibi bu konuda bu sefer ne diğer gezilerimizdeki kadar "serseri" olabildik , ne de "ipleri eline almış" şekilde davranabildik. Bunda kısmen bizim ruh halimiz kısmen de Prag'ın buna çok müsade etmeyen ritmi rol oynadı :)
Bir kaç saat önce İstanbul’daydık. Şimdi bir masalın içindeyiz.
Üstelik bu günü saymazsak önümüzde daha üç gün var. Ayak üstü konuşup hemen karar veriyoruz. Prag gezisini bu şehrin bütün turistik yerlerini, müzelerini, meydanlarını görecek şekilde değil o an önümüze neresi çıkarsa orayı gezerek yaşamaya çalışacağız.
(Ama dediğim gibi bu konuda bu sefer ne diğer gezilerimizdeki kadar "serseri" olabildik , ne de "ipleri eline almış" şekilde davranabildik. Bunda kısmen bizim ruh halimiz kısmen de Prag'ın buna çok müsade etmeyen ritmi rol oynadı :)
Hava yavaş yavaş kararıken , “bu çok sayın
düşüncemizden dolayı kendimizi kutlayıp” , haritamızı çıkartıp otelimizin
yerini bulduktan sonra bavullarımızı çeke çeke yürümeye başlıyoruz.
Bavulumuzu , çantalarımızı bırakıp, üzerimizi değiştirdikten sonra tekrar dışarıya çıkıyoruz. Bu sefer haritaya hiç bakmıyoruz. Bir amacımız yok. Ara sokaklarda kaybolup kaybolup her seferinde yeniden Old Town Square'e çıkmak çok eğlenceli. Meydanda ateşte çevrilen etlerin kokusu ve görüntüsü sonunda acıktığımızı hissettirince yeniden ara sokaklara dalıp çok şirin görünüşlü bir restauranta giriyoruz.
Otele dönerken hemen bizim sokağın başında Çeklerin yerel tatlarından "Trdelnik" ile burun buruna gelmeyelim mi:)
"Aman abartmayın canım " falan denilmişti bloglarda ama ben kokusunu çok sevdim :) Gerçi çok sevmeme rağmen o geceden sonra bir daha yeme fırsatım olmadı. Niyeyse sıra gelmedi :)
Ben boş, sade halinde almayı tercih ediyorum, nutellacı Tuğrul içine nutella sürdürüyor :)
Tam günü bitirirken aklıma bir şey geldi. Bütün bu döviz ve taksi uyarılarının bize çok faydası oldu. Ama hiç hesapta olmayan bir şey de bizim başımıza geldi. Yemekten çıktığımızda hemen karşımıza "twenty4seven" diye bakkaldan büyük , marketten küçük ikisinin karışımı bir dükkan çıkıyor. (Daha sonra göreceğiz çok var Prag'da bunlardan) Minicik minicik içki şişeleri , hediyelik bir şeyler, küçük bir meyve standı... Su alalım otelde belki bulamayız diye düşünüyoruz. Genelde ilk gün gittiğimiz yerlerde hemen bir markete uğrarız ama romantik romantik dolaşırken aklımıza bile gelmemiş... 2 şişe su ve bir islak havlu alıyoruz. Alışveriş etmeyi hiç canımız istemediğinden hediyelik diğer şeylere bakmıyoruz..
300 kron diyor kasadaki çekik gözlü , uzak doğulu çocuk. Oldu diyip veriyoruz. Dışarı çıktığımızda hemen yanındaki ayakkabı dükkanının vitrininde 400 krona çizmeleri görmesem mesele yok, ayılmama imkan yok :)
Yediğimiz nefis ördeklerin içtiğimiz biralar ve bercholovkaların hesabının 800kron olduğunu düşününce benim içime sinmiyor. Tuğrul her ne kadar boşver dese de geri dönüp aldıklarımı bırakmak istiyorum. Ama belli ki benim gibi bir çok insan bunu yaşamış. Çünkü kasanın yanında bir küçük kağıtta el yazısı ile "Dükkandan çıkarsanız -ve yandaki ayakkabıcının vitrininde 400krona çizme görüp ayılırsanız , çok geç-, aldıklarınızı geri almayız" yazılı. Tırnak içindeki kısım yazmıyor tabii :) Geri döndüğüm anda bana bu yazıyı gösteriyorlar. Yazının fotoğrafını çekmek istiyorum, kesinlikle izin vermiyorlar ve hemen dükkanın kapısındaki fotoğraf çekilmez işaretini gösteriyorlar. Eh diyorum Tuğrul'a, ben de bunu dünyanın biiiin köşesinden , yüzbinnnlerce okuyucusu olan bloguma yazmaz mıyım? Tuğrul bir şey söylemiyor , gülüyor bu halime:) Çok olgun insandır benim biricik eşim :) Elimizdeki torbayı sallaya sallaya yaklaşık 45 liraya aldığımız iki şişe suyumuz ve ıslak havlumuzla mutlu mesut otelimize dönüyoruz :))
Yorumlar
Yorum Gönder