Auerbachs Keller/ Goethe heykelinin yanında göreceksin; Alex / Thomaskirche / veee ne varsa sokakta var :)

Artık karnımız çok acıktı. Öğlen yemeği için yine meydandaki Alex'in hamburgeri'nin çok güzel olduğunu duymuştuk hedefimiz oraya gitmek. Fakat uğramadan duramıyoruz ..İşte aşağıda Madler Passage ve akşam için rezervasyonumuz olan AuerBachs Keller. 





Hani vardır ya, "x'e dokunmak şans getirir." gibi inançlar. İşte Goethe'nin bu heykelindeki ayağına dokunmak da öyleymiş. Geri kalmadık tabii. O günden bugüne bir şans bir şans:)))



AuerBachs Keller hemen alt katta. Biz indik. Menüleri inceledik. Akşam için sağ tarafta kalan daha klasik görünüşlü , Michelin yıldızlı kısmında yer ayırtmıştık gitmeden. Yarım saat geç kalırsanız rezervasyonunuz düşüyor. Bizim gittiğimiz saatte kapalıydı.






Hemen karşısındaki ise açıktı. Ona girdik. Çok çok tatlı bir hediyelik eşya bölümü var. Seyretmelere doyamadık. Bu miniminnacık likörü de ordan aldık. Kan rengi :)  





Görevlilerden birine akşam için o kısımda yer olup olmadığını sordum. Rezervasyonların cumartesi gecesi olduğu için dolu olduğunu ama her zaman son dakika iptallerinin bulunabileceğini istersek uğrayabileceğimizi söyledi. Peki ne var bu Auerbachs Kellar'da derseniz, Goethe var:) Faust var:)  Faust'un bazı sahneleri burada yazılmış ve burayı anlatıyor. Faust'un şeytanla yemek yediği sahneyi burada kurmuş Goethe. Mephistopheles ve Faust içki varilinin üzerine binip dışarı çıkmadan önce burada içiyorlarmış. Duvarlarda o anı gösteren nefis çizimler vardı. Yemek yiyen insanları rahatsız etmek istemediğim için içeride fotoğraf çekmedim.  

Yabancı bir blogda okuduğum şu yazı çok hoşuma gitmişti. 

Goethe, one of Leipzig's visiting geniuses, along with Mendelssohn, Schiller, and Liszt, was a nature-lover, too. In summer, he liked to write in the forest that once surrounded the town, and he would accuse the mosquitoes of stealing his best thoughts. In winter he preferred a dark, smoky beer hall. Guarding the entrance to the Mädler Passage, one of the oldest shopping arcades in Leipzig, are some imposing bronze sculptures representing scenes from Goethe's Faust



Pasajdan çıkıyoruz. Alex'e gideliim hamburger yiyeliiim diyoruz ama şu çikolatacıyla burun buruna geliyoruz. Ah girmeden olur mu:)








Artık ne olur Alex'e gideliiim, karşımıza girmek isteyeceğimiz bir yer daha çıkmasın:) 




Oh sonunda:)) 





Alex İstanbul'daki Kitchenette gibi bir yer. 
Meydandaysanız iyi bir seçim olabilir.



Ve saat 3'e doğru yeniden Thomaskirche'deyiz. Bu kez kilisenin korosunu dinleyeceğiz. Tam buraya İlknur Arkman Erk'in notlarından bir kısmı ekliyorum. Ben okuduğumda çok sevmiş, çok bilgilenmiştim. Kalemine sağlık.
"Şehrin müzikal birikiminden bahsedecek olursak en büyük yeri büyük besteci Bach’a vermemiz gerekir. 1723-1750 yılları arasında şehrin en önemli eğitim kurumlarından olan Aziz Thomas Okulu’nda KANTOR’luk görevini sürdürmüş olan büyük Bach, eserleri, çalışkanlığı, sebatkarlığı ve kimi zaman da dik kafalılığı ile Leipzig’in tarihine kazınmıştır. Okulun ve bağlı olduğu kilisenin korosunu yönetmiş, hafta sonu ayinleri için motetler, kantatlar, bayramlar ve yortular için oratoryolar, pasyonlar bestelemiş, hem okulun öğrencilerini hem de kalabalık ailesini idare etmiş, misafir ağırlamış, çevre prenslere soylulara devrin lisanına uygun mektuplar döşenmiş, kısacası çok çalışmış, çok!
Oğullarından ikisi de babalarının yoluna düşüp müzisyen olmuşlar, hatta içlerinden Carl Phillip Emanuel Bach, Mozart’ı bile etkilemiş, saygısını kazanmış. Gelin görün ki, büyük Bach ölünce, devrin değişen müzik zevkine göre biraz démodé kalan besteleri, okulun arşivine kaldırılmış ve tozlu raflarda unutulmuş gitmiş. Hem de tam bir yüzyıl boyunca! Ama kader yine ilginç bir oyun oynamış ve kentin orkestrası Gewandhaus’un başındaki bir diğer büyük besteci Meldelssohn, bir dizi tesadüf sonucu karşılaştığı notaları görüp, bestecisinin peşine düşünce, Leipzig’in tarihi kilisesinin kantoru JOHANN SEBASTİAN BACH ismiyle karşılaşmış. Bach Rönesansı diye anılan dönem de böyle başlamış! Işte o rönesans, bugün bizi müzik insanlarının vardıkları şu sonuca taşımış: Müzik tarihi ikiye ayrılır: BACH’tan önce ve BACH’tan sonra!
Yine klasik müzikten devam edecek olursak pek çok ünlü ismin bu şehirle bir şekilde ilişkisi olduğunu görürüz: Az önce yukarına adını zikrettiğim Mendelssohn, 1843 yılında Almanya’nın ilk konservatuarını Leipzig’de kurmuştur. Richard Wagner Leipzig’de doğmuştur.
Robert Schumann ve sevgili eşi, esin perisi Clara Schumann Leipzig’de yaşamışlardır. Gustav Mahler bir süre Leipzig Operası’nda şef olarak çalışmıştır. Şehrin bir numaralı orkestrası Gewandhaus’u yönetenlerin arasında Kurt Masur, Artur Nikisch gibi efsane isimler vardır. Ve Almanya’nın en ünlü erkek çocuklar korosu olan 1212 yılında kurulmuş THOMANERCHOR hem kilisede hem de bu ünlü orkestra eşliğinde konserler vermektedir."

İşte biz de o koronun konserini izlemeye gittik. 




Thomaskirche'deki Bach'ın mezarı.



            Kiliseden çıkıp, maketini inceleyip sonra doğruca yanındaki hediyelik eşya dükkanına giriyoruz.



Dükkandan çıktığımızda hava kararmak üzere. Bach'ın heykelinin önünde bir grup, rehberin anlattıklarını dinliyor.


Elimizde biriken paketleri otele bırakmak üzere yürürken Noel pazarındaki dükkanlardan bazılarının açılmış olduklarını görüyoruz.



Veee :) AuerBach's Keller'ı şu aşağıda gördüğünüz dükkandan alacağımız bir sosisli sandviçe ve sıcak şaraba sattık :) Hiç olacak şey miydi bu şimdi ? :) 
Ne olmuş yani sokakta yemek o an için çok cazip gelmiş de bir şeyler...
İnsanın karnı doyunca da , azcık yorgunsa otel odası olsa evi gibi gözünde tütüyormuş da falan... Cık cık... 
Ama ne güzeeeldi sokakta geleni geçeni seyrederek yemek:)) Ne zamandır yapmamıştık. Biz sonuçta otele dönmeyi tercih ettik ama o geceye bir yeri daha ekleyebilirmişiz. 1842'de inşa edilmiş dünyanın en eski tren istasyonu Bayrischer Bahnhof ,şimdilerde Leipzig'in bir klasiği olan "Gose birasının" içileceği en keyifli bar lokanta.. (Tık tık ) Daha detaylı anlatamıyorum çünkü gitmedik. Neredeyse uykuya dalmak üzereyken okuduğum bir broşürde gördüm. 
Uykum nasıl kaçmadı onu görünce bilmiyorum :)



Yorumlar

  1. Oh ne güzel yapmışsınız, oğlum 5 yaşındaydı almanya seyahati yaptığımda, fotoğraflara bakarken ya anne neden ben daha Büyükken gitmedin diye söylenir. Şimal çigimi soğuğa iyi götürmediniz. Prag da bır hafta hergün sokakta yemek yiyerek geçmisti. Onu hatırladım. Bu aksam iyi bır restauranta gidelim diyerek, sokağın kokusuna teslim oolmuştuk. Biz Sürü anima goturdun beni teşekürler.

    YanıtlaSil
  2. Şimşim için artık yavaş yavaş biz de niyetleniyoruz. İnşallah seneye diyorum ama hala Ayşen:) Ya sadece ona göre onun zevk alacağı bir gezi planlanacak bu yaşlarda ya da birlikte gidilmeyecek. Çocuktan uymasını beklemek anlamsız olur:) 5 bizim de düşündüğümüz yaş. Gerçi baksana oğlun, 5i bile erken bulmuş:) Sokak yemeklerine gelince başta şaşırdım yaptığımıza bizden hiç ummazdım:) Ama sonra tabii ya dedim ne varsa sokakta var:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder