Çarşamba ve bir ilk:)

 İster çekingenlik diyelim, ister "gerek de olmadı zaten" olsun Şimal 2 yaşını geçti biz hiç bir yere anne kız başbaşa gitmedik. ( Başbaşa yaptığımız uzuuun Caddebostan sahili yürüyüşlerimizi saymazssak.) Tamam şöyle düzeltiyorum , arabaya binip de hiç bir yere başbaşa gitmedik :)
İşte bugün o gündü ! :)
Tuğrulla planımızı yaptık ve uyguladık. Azıcık farkla gerçekleştirdik:) Bu sabah anne baba Şilal karşıya geçecektik. Babayı Boğaziç Üniversitesi'ne bırakacaktık ve biz Bebeğe inip kahvaltı edecektik. Tuğrul ben yürürüm dedi okulun sahildeki girişinde indi. Sabahın o saatinde Bebek yönünde bir trafik bir trafik..Şimal ilk defa arka koltukta yalnız. "En iyisi devam edeyim Emirgan'a gidelim" diye geçirdim aklımdan. Sonra Emirgan'a gelince bir cesaret mi geldi nedir, "Eh oldu olacak ilk başbaşa kahvaltımızı Yeniköy'de Emek Kahve'de edelim" dedim. Şilalcik de onaylayınca sürdüm Yeniköy'e:) Tabii ki ya, tabii ki Emek Kahve:)




           
                 Kahvaltıdan sonra Baltalimanı'ndan yukarı Etiler ve Boğaziçi.. Boğaziçi'nin muhteşem bahçesi:)





Oradan oraya koşturan Şilal, sonunda mis gibi açık havada kuş sesleri içinde uyudu:)
Baba bu arkadaki binada derste. Ben mi ne yaptım ? Ben de geleni geçeni seyrettim, baharı kokladım , Güninime mesaj attım ve büyüüük bir keyifle Bir takım Azizlikler'i okudum:)  






                                             Baba dersten çıktı, uyuyan Şimal'i seyrediyor:)


                        
                              Şilalcik babasının kokusunu mu aldı nedir uyandı ve hemen doğruldu:) 

                          
                    Sonra Boğaziçi'ne veda ettik ve kitap alışverişi yapmak üzere Beşiktaş'a gittik.

 
Gitmişken de mantı yedik. Hep uğramak istediğimiz bir yerdi Sinop mantıcısı. Mantısı söylenildiği kadar varmış. Bir tarafı cevizli diğer tarafı yoğurtlu. Mantıları bizim sevdiğimiz gibi iri iri. Tuğrul bir kere daha "Evet evet 40 yaşımda anladım. Benim en sevdiğim yemek mantı" dedi:))
( Eklemek isterim Şimal'in de en "sevduğuni" mantı.) 
Bugünün fotoroman'ı burada bitti aslında.
  Bu üç fotoğraf bonus.. Yukarıdaki Kambur'un Bahçesi!!! O kadar içime dokunan bir değişiklik yapmışlar ki eklemek istedim....Ne kalmış Kambur'un Bahçesinden geriye diyecek olursak , bence " hiç bir şey! " 
Nasıl düşüncesizce yok edilmiş. Bahçesini görmek ayrı bir hüzün verdi, önden simit sarayı gibi bir yer olduğunu görmek ayrı ...Ha burada da oturulur belki.. Kitap alışverişi sonrası  arabayı otoparktan almadan önce. Kambur'da yaptığımız gibi oturup bir çay içip kitaplara bakmak yine mümkün..( iyimser bir tahminle..) Ama burası artık başka bir yer ve Kambur'un bahçesi artık yok..Var olanı ve bir çok insan için olduğu haliyle çok kıymetli olanı korumadan , kollamadan üzerine bambaşka bir şeyin yapılmasını sevmiyorum. 


Hemen aşağıdaki fotoğraf Beşiktaş'taki Altuğ. Kırtasiye ve oyuncakçı dükkanı.Ben çocukken de aynıydı bugün de aynı..



 
Ve bu rögar kapağı....Kim yaptıysa soruyorum: Anladım çok yaratıcısın ve tamam çok farklı bakıyorsun ama bir rögar kapağına bu zulüm niye? Yine de sanat bence işte bu...Kola kutularıyla yapmış..her birine tıkamış..Müthiş bir çalışma olduğunu da düşünüyorum bir taraftan...Eksik olan ise var olanın işlevini  arttırmamış , bakış açısını katarken onu işlevsizleştirmiş...

Yorumlar